08 Ocak 2009

kaçamak

yakınlarda bir istasyon olmadığı halde trenin durması yolcularla beraber kondüktörleri de şaşırttı; ama onlar yolcular gibi pencerelere değil kapılara yöneldiler. makinist rayların üzerindeki aracın sahibine trenin varlığını ve koskocamanlığını düdük sesinden başka nasıl anlatabileceğini düşünüyordu. ancak kimse anlamış gibi görünmediğinden aşağı inmek zorunda kaldı. yardımcısı ve ikinci makinistle beraber araca yaklaşmaya; yaklaştıkça da şaşırmaya, korkmaya başlamışlardı. çünkü bu araç ne bir dolmuşa, kamyonete, arabaya ne de başka bir şeye benziyordu. rayların üzerinde büyük bir başarıyla, olabildiğince uygun bir şekilde duruyordu: tekerlekli ama yüksek bir teknoloji ürünü olduğu belli, sessiz bir araçtı bu...

beş metrenin, yabancı ve garip görünen bir araca en uygun durma mesafesi olduğuna dair bir yasa varmış ve kimse de bu yasaya karşı gelmek istemiyormuş gibi, şaşkınca kala kalmışlardı. birinci makinist ikinci makiniste, gidip motoru durdurmasını ve telsizle bilgi vermesini söyledi. ikinci makinist itaat etti. çok iyi eğitim görmüş bir devlet memuruydu. namusuna düşkün bir karısı ve kendisi gibi olmaları için özenerek yetiştirdiği iki evladı vardı. saygılı, derslerinde başarılı, terbiyeli iki delikanlı! onlarla övünürdü.

meraklanan yolcular da kısa süre sonra trenden inmişlerdi ve beş metre sınırında dizilmiş meraklarını gidermeye yönelik varsayımlar üretiyorlardı. cesur ve meraklı bir genç araca yaklaştığında birinci makinist, ondan daha önce davranmanın, statüsü adına gerekli olup olmadığı konusunda bir iç çatışma yaşadı. delikanlı kapıyı kurcalamış, bir şekilde açmayı da başarmıştı. yaşlıların, “aman evladım girme, başına bir şey gelir” uyarıları ile yaşıtlarının, “gireceksen gir bakalım da öğrenelim, kimin aracıymış bu, neymiş” dolduruşları arasında kalan delikanlı, gerekirse kendini cesurca feda edebileceğini, aslında korkulacak bir şey olmadığını söyleyerek içeri dalmıştı. yıllar önce de, büyük bir depremden sonra, yıkıldı yıkılacak denen bir binaya dalmış ve bir yaralıyı kurtarmıştı. gerçekten de yardımsever ve cesur bir delikanlıydı ve yaptıklarıyla ilgili olarak övünmekten hiç hoşlanmazdı.

delikanlı gördüklerini sabırla, tekrarlaya tekrarlaya anlattı. bunun bir uzay aracına benzediği kesindi. bununla beraber, tekerlekli olduğu ve tekerleklerinin tam olarak raylara uygun imal edildiği de bir o kadar kesindi. hiçbir demir yolu, dedi orta yaşlı, gözlüklü ve daha sonra doktor olduğu anlaşılan iyi yürekli adam, hiçbir demir yolu dünya dışına doğru uzanamaz. o halde, diye sürdürdü akıl yürütmesini, bu bir uzay aracı olamaz! neden olamazmış, dedi emekli bir subay, belki gökten gelip raylara inmiştir? saçma, dedi doktor, demiryolu en ilkel mekanik ulaşım aracıdır ve uzay araçları en yüksek teknolojiyi kullanmak zorundadırlar! belki onlar hem en yükseğini hem en düşüğünü kullanmaktan hoşlanıyorlardır, diye fikir yürüttü fen lisesinde başarılı bir öğrenci olan genç kız. demiryolu ile ulaşım en güvenli olanıdır, dedi kondüktörlerden biri. genç kız ile kondüktörün düşünceleri fazla ciddiye alınmadı ama araca giren delikanlının sorusu oldukça merak uyandırdı: “bu aracı kullananlar nerede?”

uyanan merak hareket etmek ister; aracı kullananlar buralarda bir yerlerdeyseler, onları bulmak gerektiğine karar verildi. gruplaşan gençler çevreye yayıldılar. bu arada, birinci makinist, tüm tecrübesi ve bilgi birikimini kullanarak aracın her iki tarafındaki rayları, aracın tekerleklerini incelemiş, ancak kendini rahatlatacak bir sonuca varamamıştı. aracın tekerlekleri, garip bir maddeyle ve kıskandırıcı bir teknolojiyle yapılmıştı ve raylar ile tekerlekler, tencere ve kapağı denli uyumluydu. yıllarını trenlerde, rayların üzerinde, istasyonlarda geçirmişti ve geçen yıllar ona çok şey öğretmişti. aracın nereden geldiğinden çok nasıl geldiği ilgilendiriyordu onu. gökten inmediyse rayların üzerinde ilerleyerek gelmiş demektir, dedi kendi kendine, burası da birbirinden atmış kilometre uzaklıktaki iki istasyon arasında bir hat olduğuna ve bu hatta bir makas olmadığına ve bu araç iki istasyona da uğramadığına göre... gerisini getiremiyordu.

ağaçlık alandan araçlarına doğru yürüyen iki kişi önemli bir konuyu açıklığa kavuşturmaya çalışıyorlardı. daha sivri burunlu olanı diğerine kızıyordu: onu çok ciddiye alıyorsun... seni hiç de önemsemediğini anlayamayacak kadar gözün bağlanmış senin! bu kadar korkak olmanı anlayamıyorum doğrusu! diğeri kendini savunuyordu: "korkuyor muyum? neden korkayım ki?" sesleri duyuluyordu ancak konuşmaları anlaşılır gibi değildi. "ondan ayrı yaşamak düşüncesinden korkuyorsun... biraz önce seviştin işte benimle; beni sevdiğini söyledin! ben de seni seviyorum ve artık ondan tamamen ayrılman gerektiğini düşünüyorum!” araçlarının çevresindeki insanlar onlara şaşkınlık ve korku ifadeleriyle yol açıyorlardı.. bunu düşüneceğim, dedi daha büyük gözlü olanı, bunu düşüneceğim ve en doğru kararı vereceğim. bu arada bunlar neden bize böyle şaşkın şaşkın bakıyorlar? yanlış bir şey mi yaptık yoksa? diğeri insanlara şöyle bir baktı, saçmalama, dedi, kim bilir ne diye bakıyorlar, beni hiç ilgilendirmiyor doğrusu, beni sadece sen ilgilendiriyorsun, seni seviyorum, anlıyor musun, bunun doğrusu yanlışı yok!

insanlara gülümsediler ve kendilerine bakanlar kadar olmasa da, şaşkınca, başlarıyla selam verdiler. yaşlı bir kadın da gayri ihtiyari karşılık verdi selamlarına. sakince araçlarına girdiler. büyük gözlü olan, kapı kapanmadan insanlara el salladı. aracın çalışmaya başlamasıyla insanlar geri çekildiler. araç rayların üzerinde ilerlemeye başladı ve yirmi otuz metre sonra dağlara doğru havalanır gibi kayboldu. birinci makinist, göğe doğru yol ayıran bir makas olabileceğini düşündü.

ne garip sesler çıkarıyorlardı, dedi fen lisesinde okuyan kız, miyavlıyorlardı sanki...

2 yorum:

  1. Ooo! Hafiften mi? :))) Bayağı bir ıskalamışım hem de! Şaşı mı oluyorum yavaştan, nedir? :p Kusura bakma. :)

    YanıtlaSil
  2. ilk kez geldim blogunuza ama sanırım biraz geç oldu. İnsallah bundan sonrası için devamlı olur.

    YanıtlaSil