03 Şubat 2010

you can't take it with you (1938)

you can't take it with you, george s. kaufman ve moss hart isimli iki muhteremin oyunundan frank capra tarafından 1938 yılında sinemaya uyarlanmış. o bildik zengin fakir aşkı, çatışması merkezde duruyor. bununla beraber, çatışan hayat anlayışları ve bu çatışmadan hareketle bir sistem eleştirisi de ortaya çıkıyor:
"hiç de hoşlanmadığın işlerde ömrünü tüketme, ihtiyacın olandan çok daha fazla parayı kazanabilmek için insanlığından olma, hayatın güzel ve eğlenceli yanlarını görmeye çalış, dans et, mızıka çal, şarkı söyle..." bu türden tavsiyeler önemlidir, neden önemli olmasın ki? ama dedelerimiz duymuş da ne olmuş bunları?
yani büyük bir sır falan yok açıklanan, bir film izledim hayatım değişti falan demeyecektir zaten kimse! yine de etkili olmuştur belki birilerinin üzerinde, "fak dı sistem!" deyip kendi yolunda yürümeye karar vermiştir birileri?
konuyla doğrudan ilgili değil ama, evrim teorisinin geçerli olduğunun en büyük kanıtlarından biri de, sanırım, insanlığın ta kendisi. kabaca deniliyor ya, zayıf olanlar elendi, güçlü ve dayanıklı olanlar sağ kaldı ve dolayısıyla onların genleri (ve kültürleri de diyelim hadi) aktarıldı sonraki kuşaklara. ha işte, haydi mızıka çalalım, şarkılar söyleyelim, herkes bir ucundan tutsa her türlü sorunu aşarız anlayışı da, o anlayışı taşıyan insanlar da, her zaman toprağın altına gönderilecektir hem de ilk fırsatta, hatta eş dost yardımıyla. şimdi arayalım bakalım, neremize sokacaksak insanlığın ara geçiş formunu...
hani yazıyorum ama bana bile yüzeysel, tırt geliyor bu dediklerim, hayat şartları, günümüzün gerçekliği, akıl, mantık ve dahi bilim enseme şaplak atıyor: tuhahaha, bırak bu bayat, alışılmış sevgi, paylaşım saçmalıklarını, çok bunalırsan bir dövüş kulübü kur, ye dayağını otur!



yaşına başına bakmadan torununa uyup trabzandan kaymaya kalkınca ayağını sakatlayan neşeli ihtiyar martin vanderhof ile hesaba kitaba dalmış bay poppins arasında geçen konuşma:
-ne yapıyorsunuz?
-tanrım. hata yaptım. 20 yıldır ilk defa!
-herhalde dünyanın sonu gelecek, öyle mi? bunu neden yapıyorsunuz?
-sayıları toplayıp kontrol etmem gerekiyor.
-neden?
-neden mi? çünkü bu sayılarla tutması gerekiyor.
-peki hoşunuza gidiyor mu?
-hoşuma mı?
-yaptığınız iş.
-aman tanrım, hayır. aman ya rabbi, ne diyorum ben?
-peki neden yapıyorsunuz?
-bakın, burada işler çok sıkıdır, ben de...
-yapmayı tercih edeceğiniz başka bir şey yok mu?
-yok!
-size inanmıyorum. söylediğiniz tek kelimeye bile inanmıyorum. hadi söyleyin bana, bunun yerine ne yapıyor olmak isterdiniz?
-ben bir şeyler yaratırım.
-şiir falan mı?
-hayır. bir şeyler işte.
-hadi. gösterin bana.
(poppins içinden tavşan kafası çıkan, hareketli bir oyuncak çıkarır)
-bu çok şirin.
-öyle, değil mi? kendim yaptım.
-evet.
-bunun gibi bir sürü fikrim var.
-peki o zaman bu sıkıcı sayılarla neden oyalanıyorsunuz? bana kalırsa bay...
-“poppins.”
-evet, bana kalırsa bay poppins, siz böyle şeyler yapmalısınız.
-bir gün tek işim bu olacak. bir gün, şans yüzüme gülünce.
poppins, arkasından "hoop nereye, iş güç?" diyen patronuna komik bir "siktir!" çekiyor ve koparıyor bağlarını, ihtiyarın peşine takılıyor. al sana zayıf halka! al sana ara geçiş formu!
filmde, tamam, çarklar arasında ezilmeyelim, herkes parklarda koşsun, dans etsin, peki herkes böyle yaparsa ülkenin hali ne olurdu, diye açıkca soruyor silah tüccarı zengin adam. buna net bir cevap gelmiyor ya da filmin geneli aslında bu soruyu cevaplıyor? o çağın insanı değilim, şimdi her şey çok daha karışıktır belki de?






filmden alıntı: divxplanet.com

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder