08 Ağustos 2007

gülün adı

(...)
rahiple kızı sürükleyerek götürdüler; biri suskun, yıkık, neredeyse ateşli; öteki ağlıyor, tekmeler atıyor, mezbahaya götürülen bir hayvan gibi böğürüyordu. ama ne bernardo, ne okçular, ne de ben, köylü diliyle ne söylediğini anlamıyorduk.ne denli bağırıp çağırırsa çağırsın, dilsiz gibiydi. öyle sözcükler vardır ki bize güç verir; öyleleri de vardır ki bırakılmışlığımızı daha da artırır; efendimiz’in, bilginin ve erkin evrensel diliyle kendilerini dile getirme yeteneği bağışlamadığı basit insanların kaba sözcükleri bu türdendir.

bir kez daha onun ardından gitmeye davrandım; bir kez daha william yüzünün kesin ifadesiyle beni engelledi. “kımıldama, budala” dedi, “kızın işi bitik; yanık et o artık.”



bir çelişik düşünceler karmaşası içinde gözlerimi kıza dikmiş, sahneyi ürküntüyle izlerken, omzuma birinin dokunduğunu duydum. neden bilmem daha arkama dönüp bakmadan ubertino’nun dokunuşunu tanıdım.
“büyücüye bakıyorsun, değil mi?” diye sordu bana. yaşantımı bilmesinin olanaksız olduğunu biliyordum; bu nedenle, salt o korkunç insancıl duyguları anlama sezgisiyle bakışımın yoğunluğunu yakaladığı için böyle söylemişti.

“hayır...” diye savundum kendimi, “ona bakmıyorum... yani belki de bakıyorum ama o büyücü değil... büyücü olup olmadığını bilmiyoruz, belki de suçsuzdur...”
“güzel olduğu için bakıyorsun ona. güzel, değil mi?” diye sordu olağanüstü bir sıcaklıkla, kolumu sıkarak. “eğer ona güzel olduğu için bakıyorsan ve heyecanlanıyorsan (heyecanlandığını biliyorum, çünkü ona yüklenen suç, onu senin için daha çekici kılıyor); eğer ona bakıyor ve istek duyuyorsan, bu bile yeter onun büyücü olmasına. uyanık ol, oğlum... bedenin güzelliği deriyle sınırlıdır. insanlar derinin altında ne olduğunu görebilselerdi, boeotialı vaşağın başına geldiği gibi, kadınları görünce tirtir titrerlerdi. bütün bu güzellik, balgam, kan, sıvı ve safradan oluşur. burun deliklerinin, boğazın, karnın içinde nelerin saklı olduğunu düşünürsen, pislikten başka bir şey bulamazsın.balgama ya da gübreye parmak uçlarınla bile dokunmak insanı tiksindirirken, o gübreyle dolu çuvalı kucaklamayı nasıl isteyebiliriz?”

içimden kusmak geldi. artık bu sözcükleri dinlemek istemiyordum. üstadım yardımıma koştu; bu sözleri o da işitmişti. sertçe ubertino’ya yaklaştı, kolunu yakalayıp kolumdan çekti.
“yeter, ubertino,” dedi. “az sonra o kızcağıza işkence yapılacak, sonra da yakılacak. tıpkı senin dediğin gibi balgama, kana, sıvı ve safraya dönüşecek. ama, derisinin altındaki, efendimiz’in o deriyle korunmasını ve süslenmesini istediği şeyi kazıyıp çıkaracak kimseler, bizim gibi insanlar olacak. hem, ilk madde bakımından, sen ondan daha iyi değilsin. bırak çocuğu.”
ubertino allak bullak oldu. “belki de günah işledim,” diye mırıldandı. “kuşkusuz günah işledim. bir günahkar başka ne yapabilir?”

(...)

umberto eco
gülün adı
s. 419
(14.basım)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder